28 Ekim 2011 Cuma

Jazz Café Alto- Amsterdam


Ufacık tefecik içi dolu turşucuk. Çok nefis bir mekan. Işınlanmak istedim şu anda.

27 Ekim 2011 Perşembe

Güzel iki film, güzel iki film müziği

Garden State/Let go (Bu şarkı da tıpkı filmi gibi, tatlı bir tortu bırakıyor.)



500 Days of Summer - The Smiths - There is a light that never goes out (Hastasıyım ulaaan diye bağırıyorum içimden şu an, bir keresinde 1 şişe şarap ve 10 küsur kere bu şarkıyı dinledim. Karanlık ama asla iç burkmayan bir aşk şarkısı, aşkın bu kadar güzel tanımlandığı başka bir şarkı var mıdır derseniz, bence yok.)

19 Ekim 2011 Çarşamba

misal

Bir keresinde petrol tankeri batmış ve bütün petrol denize dökülmüştü... Yangın çıktığında ben de denizin içinde, diğer canlılarla birlikte ağlıyordum. O kadar çok ağladık ki yangını söndürdü göz yaşlarımız. Doğayı kurtaran yine biz olduk.

Yazan deniz kızı.
Sabahların anlamını bir türlü anlayamadım. Hafta içi uyanabilmek için, sabahları yataktan kendimi kazıyor olduğumu biliyorum, aman sabahlar olmasın modunda yatıyorum her gece.
Hatta her sabah kendi kendime “ya bir saat daha fazla uyumak için napmalıyım?” diyorum. Ama inek olduğum için işe en erken gelen hep ben oluyorum.
Hafta sonu geliyor, “holly” morning, Cumartesi sabahı… Ve Berna erken kalkıyor. Bunu neden kendime yaptığımı sorduğumda, gelen cevap; “kızım işe gitmicen ya, bünyen günü değerlendirmeni istiyor.” oluyor. Eeee hafta içi hayalini kurduğum bir saat uzun uykunun gerçeğini neden yaşayamıyorum. Bir tatmin edilemeyen duygu uzay boşluğunda geziniyor sanki.

bu şarkı hissiyata ithaf olunur öyleyken böyle;

http://grooveshark.com/s/Morning/kysXT?src=5

14 Ekim 2011 Cuma

Sergei Eisenstein/October



Potemkin Zırhlısı gibi beni en çok etkileyen filmlerinden biri, yine sessiz filmlerinden October’dir.
1927 yılında çekilen filmde inanılmaz etkileyici sahneler olmasının nedeni elbette Einsenstein’ın filmi olması, bu insanı çok uzun ele alabilirim şimdi. Tekniğini, geçmişini, sinema tarihinde çığır açmasını vb. ama şimdi bahsetmek istediğim October filmindeki ruhtur arkadaşlar… Bu nasıl bir filmdir ki her izleyişimde tüylerimi bu kadar ürpertir. Lütfen ama lütfen izleyin… Özellikle şuracığa embed ettiğim “köprü” sahnesine bir bakın. At orada gerçekten ölüyor ve gerçekten düşüyor. Halkın neredeyse %95’i oyuncu değil, gerçekten halk oynuyor. O devirde bu kadar fazla cast ile bu kadar başarılı koordinasyon nasıl olur… Bu adam uzaylı mı dedirtiyor.
Filmleri ise bir çok kere insanın ruhuna defalarca kere dokunuyor. Film müzikleri de şahane…

13 Ekim 2011 Perşembe

cik cik

Kurmalı Saat

Rahmetli dedemin piyangodan çıkan ikramiye ile anneme, genç kızlık zamanlarında hediye aldığı “Nacar” marka saatten bahsetmek istiyorum. İkramiye ile alındı, değerini tahayyül etmek zor gibi şimdi… Saat doğuştan diktatör gibi, ortamdaki herkesi, her sesi susturup, hatta kimi zaman özellikle geceleri, korkutup nerdeyim ben dedirtir insana.
Çeyrek geçe, yarım kala ve çeyrek kalalarda ve her saat başı farklı tınılarda çalıyordu. Hani kilise orgunun sesi ürkünçtür ya bu saatin de sesi öyle işte. Dedecim, ananemin ördüğü mavi yeleğin cebinden miki kulaklı kurma anahtarını çıkarır, her gün üşenmeden cırt cırt cırt çevir babam çevir, kurar dururdu rahmetli. Sabah sigarası gibi ritüele dönüşen bir davranıştı. Saatin de ihtiyacı var bi yandan… Sanıyorum saate hayat vermek için 30 kere kurma kolunu çeviriyorsun, belki daha da fazla olabilir. Şimdilik net hatırlayamıyorum bu mevzuu. Enerjiyi basıyorsun amcaya, her sabah kahvaltı niyetine, ertesi sabaha kadar götürüyor.
Saatin yaşı dediğim gibi sanırım 55 falan. Güzel anıları yaşatıyor saniyelerinde… Dedem rahmetli olduğu senenin yaz ayında, koca eve ablam, ben ve burak ile gitmiştik. O zaman ablamlar nişanlıydı, legal sayılırdı Burak’ın konaklaması. Neyse onlar tabi evde kimse olmadığından çatı katında aşk yaparken, zavallı kardeşlerini bu saatle birlikte oturma odasına mahkum etmişlerdi. Saatin durumu belli, dedem de yeni gitmiş, ablamlarda yukarıda ne yapıyorlarsa… Beni bir korku sarmıştı bu durum hali.. Her çeyreği, yarımı ve çeyrek kalaları sayıyor, aralarda uyuyabilirsem saat başında kreşendo bölümüne kalmadan rüya alemine dalmaya çalışıyordum… Tam uyuyacağım, saat başlıyor çalmaya, hassittir diye ürkerek uyanıyorum. Sanıyorum ki dedem gelmiş, rahmetli… Birazdan saati miki kulak ile kuracak…
Neyse işin zor kısmı… Ananemi bu yıl kaybettik… Onun ölümü dedeminkinden farklı koydu, hem daha bilinçliydim, hem daha fazla yaşanmışlıklar vardı, hem ansiklopedinin sayfaları daha kabarıktı, hem de dedecim kusura bakmasın ama ananemi daha çok seviyordum… Ananemin naaşı Bulak Köyüne geldiği vakit tarihte bir ilk yaşandı… Mümkün olmayan bir ayda kar yağmaya başladı ve Nacar saat durdu… Bozulmuştu…

12 Ekim 2011 Çarşamba

niyet

Hani kadınım ve edep sahibiyim ama, bazen kimilerinin suratının orta yerinde, içinde kaka partikülleri olan ve osurukla şişirilmiş bir balonu patlatmak istiyorum!
haaaa evetttt... Ya bırak bu işleri.

Bu yazı bazı zat-ı muhteremlerin makamlarının önünde yazsa diyorum

Salon Salomanje




Ev Hali

Aysel hanim teyze alüminyum tenceresini katırkutur tellerken bir yandan da midesini rahatlatacak, antiasit muadili beddua seansını başlatmıştı.
Bu sefer zavallı ineği çivi yuttuğu için ona saydırıyordu. Ne günahı varsa garip ineğin. Elbette kesileceği günleri sayıyordu ama bu kadar ani bok yoluna gideceğini bilmiyordu.
"boyu devrilesice inek...allah senin gibi ineğin...bok yiyesice inek..kasaba sucuk olacak..."
Şimdi sıra kocada
" allah onu bildiği gibi yapsın. Sabah aksam ziftleniyor ermeyesice. Ciğerleri patlayasica.Bak hala gelmedi, bezikçi osman, sülalesi batasıca!"
Kızı desen o yolunu bulmuş çoktan, libidon olmuş kendisi. Mahalledeki tüm abilere amcalara mal varlığını sergiliyordu gazeteden çıkan web kamerası ile; erkek sineklere biletsiz gösterim...
Aysel hanım teyze de tam bu sırada tenceresini tellerken ve saydırma seansını bitirmek üzereyken, birden, çok derinlerden bir ses kulaklarında yankılanır… Sanki AM radyo frekansı sesi gibi.
"imdaaattt yetiiişin, kurtarın gidiyommm. diye bağırır Aysel Teyze...
Kadıncağız bağırırken birden durur, kendi kendine söylenir.
Neyy, anlamadım… yahu kısın şunun sesini azıcık. Ne dilden konuşuyon zındıkbaşı!”
O garip sesler gelmeye devam eder.
Kızı Necla da web kamera seansını ortada kesip üzerine bir şeyler giyip mutfağa koşar..
"Kızz anaaaaa, hiiii...
Anammm noldu sana?"
Aysel hanım teyze tam o sırada gözlerini tavana dikmiş öylece duruyordu mutfağın ortasında...
Libidon kızı ise hepten salağa bağlamış, annesi kapının deliğinden bunu izleyince inme indiğini sanmış. Sözüm ona annesi kızını akşamları açıktan lise dersleri alıyor diye bilirken, açıkken liseyi aldığını bilmiyordu tabi.

"allahım biliyorum defalarca yapmicam diye tobe ettim sana, her defasında da bozdum töbeyi. Valla ne ahmete, ne ceyhuna, ne mahmut abiye falan gostermiyycem... Yeminleeee, yaa nolurr...
Anammm geri don... ya kurban olayım.
Birden Neclanın gözlerinde parlak ışıklar yanıp söner, hepsi inanılmaz parlak... İlahi ışıklar sanki, nur iniyor gibi. Derken kendini yerde bulur...
Anasinin AM frekansi sesini neclanin ortaya çıkan fantezi dünyasi bastırmış Aysel hanim teyze kızının töbesini duyup, normale dönüp arkadan neclanın kafasina saglam bir tokat vurmuştu..
"Allahhh senin belani versin, orospuuu, sittir git odana, gözüm görmesin seni. Biyu devrilesece, sigirrrr, mendebur seniii..."
"annem dondun bak, allah duydu beni... kizma kurban oldugumun ben tobe ettim zaten."

O akşam Aysel Hanım’a ne haller olduğunu kimse bilemedi. Frekansların karıştığı apaçık ortadaydı…

The Ghost of a Saber Tooth

11 Ekim 2011 Salı

Canima

Onu ne kadar cok sevdigimi yazmak istedim. Bunun yaziyla sinirlanabilecegi bir ifade yolunun imkansiz ve adice oldugunu dusundum. Cok seviyorum diyemiyordum ya da sonsuz kadar... Bunu asla ifade edemeyecektim. Nafile hepsi... Nedir oyleyse. Tadina doyum olmayan, ayni zamanda tarifi mumkun olmayan bir lezzet. Hep damagimda sanki her gun...

6 Ekim 2011 Perşembe


Güçlü kadın yoktur, hırslı kadın vardır.



Keşfedilmemesi için adını vermeyeceğim bu köyün. Böyle zavallı, naçizane bir düşüncem de yok değil işte...

Bond Çantanın Hikayesi

Yaşlı adam yıllardır elinden bırakmadığı çantasını masanın üzerine koydu, derin bir nefes aldı. Baş parmaklarıyla 4 haneli şifreyi döndürerek girdi, kare şeklindeki açma yerlerini sağa ittirdi. Çlank diye açılma sesi geldi ve usulca çantanın kapağını kaldırdı… İçinden yıllarca sır gibi çantada sakladığı ecelini çıkardı ve masanın üzerine koydu. Sonra çantanın kapağını kapattı. Şifreleri değiştirmedi…