30 Mayıs 2012 Çarşamba

Siir

Oyle bir yerdeyim ki uyunmuyor
Uyunmayan bir yerdeyim, 
Yerdeyim.
Kalkinca basim yine yere carpacak.
Her yer, yer olmus.
Yildizlar ise sen, 
Sen ise benim,
Gokyuzum.
Sen ve ben
 Degemez olmusuz. 

 B.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Karar


Seçenekleri olmayan kadın karar verme lüksüne de sahip değildi. Karar almak üzere bir adım attı. Aldığı karar yolda yuvarlanmaya başladı. Kadın ne pahasına olursa olsun onun arkasında durmaya çalışıyordu.  Karar sağa sola yuvarlanırken bir süre sonra kendi doğrusu üzerinde ilerlemeye başladı. Sonunda yavaşladı ve durdu. Kadın aldığı dev kararın arkasından  kafasını  çıkardı, ileriye doğru baktı. Güneş kadının gözlerini kamaştırdı.  Kaldırıma oturdu, üzerindeki tozu pisliği elleriyle silkeledi sonra ayağa kalkıp yoluna devam etti.

22 Mayıs 2012 Salı

5 sene sonrası için bir oksimoron

Laik Turkiye

hauhauhauhauhauhua


yalan


Ben güzel günlerin şairiyim
Saadetten alıyorum ilhamımı
Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum
Mahpuslara affı umumiden...
Çocuklara müjdeler veriyorum
Babası cephede kalan çocuklara...

Fakat güç oluyor bu işler
Güç oluyor yalan söylemek...


m.c.anday





kapalı, karanlık odacıklar


Kalbimden beynime akan ve dudaklarının aralanmasıyla birlikte ebedileşen cümlelerimden kimi zaman çok utandığım ve bazılarını söylemekten sakındığım oluyor. Şimdiye kadar kim bilir kaç tanesi bilmediğim karanlık odacıklarımda ve çıkmayı bekliyor. Oysa ki yarınlarda bir gün öleceğim aşikâr. Nereye götüreceğim onca ağır cümleyi sonra bilemiyorum.
Aklıma Ömer Hayyam'ın sözü geldi,
“Düşüncelerimi söylemek için yaşlanmayı mı beklemek gerek…” 

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Symbiosis






René Gruau


Hayat


Bazen hayatın bir an içerisinde geçtiğini düşünüyorum. O an bir insan ömrünü maalesef doldurmuyor, bir ömür içerisinde belki bazen ara ara yer alıyor, hayat bulduğumuz bir an oluveriyor. Bir ömür ise, üzgünüm, eriyip gidiyor…

10 Mayıs 2012 Perşembe

PAN

Baharı çağırıyordur belki...


Düşündüm


Bu sabah pek güzel uyandım. Her gece gördüğüm absurd rüyalardan görmedim. Uykumda dinlendim. Uyanır uyanmaz müzik açtım, sirke suratımdan eser yoktu aynada. Kedim yine bacaklarımın arasında sekiz çiziyordu. Kucağıma alıp burnunu, yanaklarını ve kulaklarını ısırdım. Onu ısırmak o kadar güzel bir duygu ki, bir bulutu ısırmaya çalışmak gibi; hiçbir zaman gerçekten olmuyor. Kordidorun kapısını açar açmaz kucağımdan atladı, doğru aşkının yanına koştu; mutfak balkonundaki minik çama… Ona öylesine aşık ki, her türlü acıya rağmen kediciğim onu yalamaya, iğne yapraklarına sürtünmeye çalışıyor, bazen ısırmaya çalışıyor ama, haha nasıl olsun! Çam bu. Bazen onun karşısında, ona bakarak minik patilerinin üzerinde bir saate yakın durabiliyor… Bazen de çam ağacı kuyruklu bir çam ağacı oluveriyor, yaramaz benden saklanmaya çalıştığında…
Kedim aşkıyla oynaşırken ben de dolaptan bir şişe sürahi çıkarıp bardağa boşalttım, sanırım 4 bardaktan fazla içtim. Hararet yapmış bünyem çoktan… Dün bir başıma bir şişe öküzgözü ve iki tabak peynir yedim yıllarca aç kalmış bir fare gibi. Ve pis kokulu yeşil Meharis içtim birkaç tane. Bir başıma derken, çok güzeldi. Uzun zamandır bir başına kalınan zamanların değerini bilmemişim. Dün akşamın diğer bir başına akşamlardan farkı ise, kendi kendime sohbet etmemdi. Deliye bağlamadım, aşk olsun… Güzeldi diyorum.
Balkonda mindere boylu boyunca uzandım, epey Morrissey dinledim. Hava çok soğuktu. Bulutların arkasında yıldızlar gölge oyunu oynuyordu sanki. Aklıma annem ve ablamla yaptığım çok kısa süreli bir tatil geldi. Marmara adasına gitmiştik. Kıç kadar bir pansiyon odasında 3 kız yatağa uzanmıştık ve yaprak kımıldamıyordu… O kadar sıcaktı ki, küçücük beynim bunun ne olduğunu anlayamıyordu ve korktuğumu hatırlıyorum. Annem ise her zamanki komikliğiyle sürekli “haydar haydar çoluğunu cocuğunu topla da gel.” diyordu. Bu sihirli lafını der demez fırtınalar kopuyordu odada, üşüyor ve birbirimize sarılıyorduk. Ne kadar küçüktüm o zaman, ne kadar küçüktük hepimiz. Bir diğer akşam gittiğimiz adadaki çay bahçesindeki televzyonda Rocky1 oyunuyordu. Annem izlerken ağlamaya  başlamıştı, babamı özlediğini ve dönmek istediğini söyledi. Çok komikti hali, hiç unutmayacağım. Nasıl bir aşk ki Rocky izlerken sana bunları hissetiriyor. Sonraki sabah vapuruyla döndük… Biricik kocasına kim bilir nasıl sarıldı döndüğünde… Bu tatil çok güzeldi… Yine üç kız yaptığımız bir diğer komik tatil ise Bodrum tatiliydi. Ben o zaman daha memeleri çıkmamış, erkekle kız arasında bir canlıydım. Ablam yeni yeni ergen, annem ise 40’larında bir afetti… Babam her zamanki gibi bize eşlik etmiyordu. İşi güzel ve eğlenceli kılan tarafı da bu zaten, kız kıza tatil ne güzeldi. Kaldığımız otel yarım pansiyondu, öğlenleri odada manavdan aldığımız kocaman sulu şeftalileri cheddar peyniriyle yiyor kayıntılık yapıyorduk. Havuza girerken, üstsüz kadınlara, tangalı alman erkeklerine annem bakmamız için, çaktırmadan kısık sesle ve kıpırdamayan dudak hareketiyle uyarıyor, bir yandan da halimize gülüyorduk. Canım annem, hiçbir zaman despot bir anne olmadı, hep onu gülerken, bir muziplik ederken hatırlıyorum. Bizim otel Bitez’deydi. İyi de biz ilk defa Bodrum’a gelmişiz hiç mi Bodrum’a inmeyecektik. Ertesi gün sabah Bodrum’a indik… O kadar met edilen Bodrum bu muydu, küçücük bir yer… Çok şaşırmıştık. Bir sonraki gün de, ergen abla Deniz, krem rengi sortuyla minibüse atlayıp bir daha Bodrum’a, işin esasını öğrenmeye gitti. Akşamüzeri geldiğinde bize söylediği şey hepten komikti. Biz meğer Bodrum’a indik diye Gümbet’e gitmişiz. Bu kadar olur yani.
Velhasıl kelam, dün akşam o zamanları düşündüm. Seslerimizi, kokularımızı, saçlarımızı, o zaman sevdiğimiz şeyleri, ne varsa o zamanlara dair herşeyi hatırlamaya çalıştım… Ailemizi düşündüm, o zamanlar yaşadığımız evi, yemek yediğimiz tabakları, komşuları, sokağı her şeyi diyorum ya, düşündüm. Şimdiye kadar evden sokağa, aileden, tabağa kadar her şey değişti. Biz üç kız aynı kaldık. Yaşlandık sadece, büyüdük. Ama hala bir arada saçma sapan şeylere saatlerce gülüyoruz. Ya da saçma sapan şeylerce saatlerce ağlayabiliyoruz.  Dünyaya bir nedenden dolayı geldiysem, o neden ne ise, bu anlamlı günleri yaşamama, bu harika insanları tanımama vesile oldu, teşekkür ederim…

Sabah şeytan dedi ki;



Ben de, neden olmasın dedim...  Kısa hem daha rahat.


3 Mayıs 2012 Perşembe

İnsan Olmak Böyle Bişey

Her hafta en az bir kere Kireçburnu’na gidiyorum. Yolun sağ tarafını parselleyen kazıkçı balıkçıların arka tarafında, insanların yürümesi için boş bir alan bırakmışlar sağ olsunlar…
Dediğim yerde, engelli bir adamın da ufak bir çay ocağı var. Plastik olmayan, belli ki el yordamıyla yapılmış ufak ağaç masaları ve tabureler ivar. Geçen hafta gittiğimizde bir aile orda böreklerini yiyor, çaylarını içiyor bir yanda da cep radyosunda Radyo3 klasik müzik programını dinliyorlardı. Ben de yanlarında beleşçilik yapıyordum, müzikten otlanıyordum. Orda bulunmamın asıl nedeni, ne küçük masalar, ne güzel demli bir çay, ne de deniz… Orada yüzen ben diyim 15 sen de 35 kadar yunus var. Hepsi bir arada orada takılıyorlar. Geçen hafta aralarında birkaç bebek yunus gördüm. O kadar ufaklardı ki birinin kafası çıkınca bütün vücudunu bir anda havada görebiliyordum. Geçtiğimiz sene yunuslarla yüzmeye bir su parkına gittim. Çok heyecanlıydım. Yunusun birine sarılacağım, sonra o beni bir o tarafa bir bu tarafa yüzdürecek. Ona ne desem beni anlayacak. Hani insanları anlıyorlarmış ya… Aramızda duygusal bir bağ kurulacak ve ben de inanılmaz şekilde rehabilite olacağım. Derdi tasayı unutacağım, yunusla yüzmek bana iyi gelecek… Falan filan… Mayomu giyip kıç kadar havuzda yunusları görünce allah belamı versin dedim… Gitsem gidemiyorum bir yandan da merak ediyorum buraya kadar gemişim… Suya girdim, allahın cezası Rus eğitmen bıcırık yunusa balık veriyor, bıcırık da karnı doyduğu için Rus ne derse yapıyor… Sarılmak falan yalan, yunusun üzerine biniyorsun, yüzgeclerine tutunuyorsun. Kıç kadar havuzda yunus bir tur attırıyor sana, sonra hızlı hızlı geri dönüp balıklarını alıyor Rus’tan… Boyle işte… Kıç kadar, bok gibi kokan havuzun birinde yunusun tepesinde 10 tur atıyor, tatlı yunuslara eziyet ediyorsun… Üstelik bu yunusları açık denize bıraksan ne olacak, hemen ölürler… Onlar artık insan hegemonyası altına girmiş ve pis havuzlarda yüzen insan şaklabanları, evcil yunus olmuşlar… Asık suratlı Rus hocaları ne derse, ne isterse o… Eminim tepelerine atlayan gerizekalılardan da nefret ediyorlardır.
Velhasıl kelam, o güne lanet ediyorum… Bunu yaptığım için de kendimi affetmiyorum… Umarım üzerinde beni gezdiren yunus beni affeder… Arnavutköy’de, bulunduğu köşk yıkılmak üzere olan bir federasyon var adı , HAYTAP (Hayvan Hakları Federasyonu) ….
 “Havuzlardan Okyanuslara-Yunuslara Özgürlük” isimli fotograf sergisi düzenliyormuş ve Metrocity’de…