Balkonsuz bir ev, prezantabl bir hapishane hissi yaratıyor bende...
Siz olsanız hangi balkonu neden tercih ederdiniz acaba? Bir yazım için düşüncelerinize ihtiyacım var.
Maillerinizi bekliyorum.
Teşekkürler.
a
b
c
d
e
f
g
h
i
31 Temmuz 2012 Salı
Bodrum'a baktım boktan başka bişey göremedim.
Tamam haksızlık etmeyim... Boktan başka bir sürü güzel şeyler de gördüm. Sadece insanın olduğu yerlerin talan edildiği ve ırzına geçildiğini vurgulamak istiyorum bu yazımda...
Yoksa dağ tepe tırmanırken, yelkenle denize açılırken, ıssız bir ada keşfederken ya da akşam üzeri terastan mis gibi denize, Kos'a, batan güneşe, aya bakarken her şey muhteşemdi... Cırcır böceklerinin sabah seni gıdıklarcasına uyandırması, begonvillerin gözlerini kamaştıran renkleri, şnorkelle gördüğün irili ufaklı güzel ve iştah kabartan* balıklar, yel değirmenleri, tarih, mavi, güneş ve bunların hepsi çok güzeldi...
Aslında ben insanı gördüğüm yerde bok görmüş gibi olmuşum...
İnsanlar allahın kumsallarına ayak atman için para istiyor, insanlar dinlemeye gittiğin yerde eşek anırtısı yanında güzel kalacak serdar ortac ve benzer boktan sarkilarla kulagina tecavuz ediyor, insanlar dondurma ambalajlarını, pet şişelerini, içeçek kutularını, sigaralarını, donlarını bile ardında bırakıp gidebiliyor.
Doğada kaybolan okkalı tükürüğümle hepsine tükürüyorum buradan...
Karşı adaya geçiyorsun, yunanlının yerine... Her yer kartpostal gibi... Gevur dediğimiz insanlar mı bunlar... Ben de gevurlarla yaşamak isterim arkadaşım. Hatta gevurluk buysa gevur olayım bari...
*Deniz altında görüğüm balıklara dost gözüyle bakamıyorum. Yemek istiyorum hepsini... Napayım aslan burcuyum.
20 Temmuz 2012 Cuma
Hayatımda
ilk kez işçi sınıfının iktidarda olduğu bir şehirde bulundum. Hemen
hemen her büyüklükteki her bina işçilerce ele geçirilmişti. Her dükkan
ve kafenin üzerinde kolektifleştirildiğini belirten bir ibare vardı;
ayakkabı boyacıları bile kolektifleştirilmişti ve sandıkları yalnızca
kırmızı ve siyah boyuyordu.
Garsonlar ve tezgahtarlar yüzünüze bakıyor ve size eşitleri gibi davranıyorlardı. Bu
dönemde "siz" yok oldu, herkes "sen" diyordu. Bahşiş yasayla
kaldırılmıştı; ilk deneyimim bir hamala bahşiş vermeye kalktığım için
otel müdürü tarafından uyarılmam oldu. Yaltaklanan ve hatta törensel
konuşma biçimleri geçici olarak yok olmuştu. Özel araba yoktu; hepsi
müsadere edilmişti. Bütün tramvaylar ve taksiler kırmızı ve siyaha
boyanmıştı.
Hepsinin en tuhafı da kalabalıkların görünüşüydü.
Dış görünüşüyle burası zengin sınıfların neredeyse var olmadıkları bir
şehirdi.
Her şeyden önce devrime ve geleceğe inanç vardı: bir
anda eşitlik ve özgürlük çağına girilmiş olduğu duygusu. İnsanlar,
kapitalist bir makinedeki bir dişli çark gibi değil de insan gibi
davranıyorlardı.
GEORGE ORWELL
18 Temmuz 2012 Çarşamba
mutsuzluk üzerine...
Sabah bir adamla tartıştım. Sonra da kızdım kendime. Neden mi?
“Cahil ile tartışırken ona verdiğin her kelime yakılmış
ateşe attığın odun gibidir.” Tolstoy
İşte bu yüzden kızdım... Neden ve niçin bu tarz bir adamla it dalaşına girdim ben. Neydi beni bu duruma sürükleyen?
Agresyon bulaşıcıdır cümlesini son birkaç gündür tekrar ediyorum. Çevremi gözlemlediğimde ortaya çıkan bir durum aslında bu. İnsanlar ellerindeki taşları kime aatacağını şaşırmış durumda. Toplumsal depresyon içerisinde eriyip gidiyoruz. Çocuklar bile nur topu gibi sinir sahibi oldular. Kaşlar çatık ve sanki hep bir argüman savunuyorcasına konuşuyor insanlar. Bulaşıcı bir hastalık bu. Ne grip, ne kanser. Mutsuzluk kadar bela bir hastalık olamaz.
Geçen akşam televizyon kanallarına bakıyordum. Gözlerinden sinsilik akan eski manken sunucu Pınar Altuğ çocukların şarkı söylediği bir yarışmayı sunuyordu. Minicik kaerdeşlerimiz öyle acıklı öyle beter şarkılar söylüyor ki, sesleri ve vücut dilleri ile sanki bir İbrahim Tatlıses, bir Ebru Gündeş hepsi... Yazıktır arkadaş...
Eskiden ne güzel TRT1'de çocuk korosu vardı. Bu cümleyi bir gün kuracağımı hiç tamin etmezdim gerçi... Şu anda o bu minik kardeşlerin Yıldız Tilbe şarkılarını söylemeleri yerine, "Pazar'a gidelim bir tavuk alalım, pazara gidip bir tavuk alıp naapalım" şarkısı söylemelerini tercih ederim.
Çocuklar, bizden sonra yetişen nesil neler hissediyor. Nasıl bir dünya onların yaşadıkları.
Binlerce kere şükürler olsun, ortadirek bir ailede yetiştim ama çocuk gibi çocukluğumu yaşadığımı bilirim. Tek sığındımız şey sevgiydi.
Mutsuzluk bir hastalık dedim biraz önce, mutsuzluğu yaratan tek şey ise sevgisizlik. Sevgisiz bir aile, sevgisiz bir toplum bu neslin içine ediyor. Çocuk ya da çocuklarımı zenginlik içerisinde yetiştirme sözünü veremem, elbette çabalar çalışırım ama şundan eminim ki sevgi içerisinde büyüyecekler.
17 Temmuz 2012 Salı
6 Temmuz 2012 Cuma
Gece gece
Plak cizirtisi ne hos ne guzel. Martilar susmuyor bir yandan. Kedim bile uyumus kucagimda. Birden gozumun onune geldi.
Eskimis yesil bir hirka. Usumeyim diye sirtima usulca koymus biri. Buyuk yuvarlak dugmeleri varmis. Ne zaman verildi ne hirkaymis unutulmayan... Yesildi. Nefti yesil. Yakali hirka beni isitan.
Cik aklimdan ulan yesil hirka...
3 Temmuz 2012 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)