28 Aralık 2011 Çarşamba

Alıntı

Orhan Veli Kanık, aşağıda bir kıtasını alıntıladığım, “Denizi Özleyenler İçin” şiirinde bahsettiği damların üzerinden geçen gemileri, meğer Boyacıköy yokuşundan aşağı inerken görmüş. Bunu eski İstanbullu ve pek değerli bir beyefendiden öğrenme şansına eriştim.
Eski İstanbul severler, o yokuşu üşenmeden çıkın, sonra inerken damların üzerinden geçen gemilere bakın. Orhan Veli gibi görmek ne mümkün... Olmadı hayal edin...

“Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret,
Bakar ağlarım.”

lenny bruce


“Life is a four letter word”

IT CROWD


Daha komik, daha müthiş biz dizi gelmedi ve gelemez sanırım.

hastasıyız... izlemeyen kalmasın...

Kısa Bir Özet

Her gün en az 9 saat çalışıp, günde 3 saat içerisinde bir aylık maaşı çıkarıp, sonraki sefil günleri patronun cebine çalışıp, sanki yaptığın işler dünya maneviyatına değer katacak işlermiş gibi her gün hizaya çekilip, arada bir enseye birer aferinlenip olmayacak duaya kariyer planları yapılıp, bir de aynı kümeste çalıştığın herkes çok insanmış gibi senede iki defa aynası iştir değil verdiği göttür diye değerlendirilip, satılmış değerlendirmelere göre hayali merciler tarafından sana göz dağı yolunun adresi verilip, ip boynuna bir takılıp, bir gevşetilince ve üstüne herşeyin doğru, ağızlarından çıkacak her lafın kanun olduğunu,bunun adaletli bir sistem olduğunu söyleyenler, her sene verdikleri sus paylarının haricinde cukkaladıkları altın madenlerini en güzel ve en değerli bölgelerine sokup sokuştururken, personel rumuzlular ise hala daha lunaparktaki aynalardan yansıyan ucube görüntülerini görmeyip ve bir yalana inanıp, hayat namına yarışı göğüslemeye çalışırken, bir stres daha bin stresin üstüne derken, yumuşacık ve sıcak yataklarında bir buz kütlesi içindeymişcesine titreyip uyuyamazken, öfke ve sinir küpü formunda , vücutlarının bilimum her yerlerlerinde, saniyenin her salisesinde iş çıkarırlarken bir an durulacak ve görülecek ki, burası dünya değil ve aslında kimse henüz doğmamış.

27 Aralık 2011 Salı

Hollywood 90210



Luke ve Kelly hastalarının aksine, ben Steve'i beğenirdim.

yolun sonu göründü dude!

"ata yok, tayyip yalan!" Bahadır Baruter

Ev'e ithafen


Eskiden evde uzun süre vakit geçirmek keyifliydi ama kale senin olmadığından arkadaşlarında, akşam dışarılarda vakit geçirdiğim zamanlar da çok olurdu. Biricik annemin kendi elleriyle kurmuş olduğu düzen içerisinde yaşayan, kurallara uyan bir canlıydım. Fakat asla hakkını yememem lazım, diğer arkadaşlarımın annelerinin aksine, benim tatlı annem hiç baskıcı değildi biz o yaşlarda ev canlısı iken. Kendisi o zamanlar da ve hala daha benim sırdaşım ve en yakın arkadaşımdır “anne” olmasının yanı sıra. Annem hep bizi anlamaya çalışır ve eğer ihtiyacımız var ise deneyimlerinden bahseder ve doğru yolu bulabilmemiz için yelkene biraz rüzgar verir. Annelik mesleğini bu şekilde icra eder. Ama dediğim gibi ev düzeni konu olduğunda annem” anne olur birden. Bu nedenle o zamanlar hep hayalini kurduğu bir ev vardı elbette. İçerisinde istediğim herşeyi yapabileceğim , sevgi ve aşkla dolup taşan bir ev.
Evet, şu anda bu hayalimi gerçekleştirdiğim bir fakirhanemiz var,kocam, ben ve minik kedimiz evin sahipleri.Evi baştan sona yıkıp, en ufak iğne deliğini bile görmemezlikten gelmeyip ince eleyip sık dokuduk ve yeniden yarattık.
Bu evin en sevdiğim yerlerinden biri de salonumuzun şu an benim oturduğum yerden gördülen kısmı. Aslında bu karede fil tablosu ve bisiklete binen sevgililer başrollerde. Bu iki obje bana çok romantik geliyor.
Evimi çok ama çok seviyorum. Bir insan o fil tablosunun yanına gidip hortumunu okşayıp günaydın der mi? Ya da tencerelerine bile birer isim takar mı? Evimi çok seviyorum duvarlarında kimsenin gözüyle ayırt edemediği ama benim sadece görebildiğim çok değerli boya darbeleri var. Duvarlarına sinen hoş kokulu yaşanmışlıklar var.
Her geçen gün daha da güzelleşecek evimiz buna eminim. İnsanın içinden gelmeli en nihayetinde. Daha önceden oturduğum bekar evim gerçekten dökülüyordu, sadece “etiler” de olduğundan olsa gerek o kirayı vermek durumundaydım.İşime çok yakındı.
Ev o kadar kötüydü ki ilk taşındığımda ne yapsam diye düşünüyordum. Fakat bir gece tek başıma içtiğim bir şarap ve mum ışığı o evi değiştirmeye başladı bile. Sonra gidip ufak tefek şeyler aldım. İlk defa kendi kendime yapabilir miyim acaba dediğim “erkek işi” olan işleri yapmaya çalıştım ve gayet güzel de yaptım. Matkapla duvarları deldim, kitaplık yaptım, yerdeki karoların arasına bile dolgu yapmıştım.
Neyse yaklaşık 2 ay sonunda ev cici bir ev oldu.
Şu anda yaşadığımız ev daha profesyonelce yapıldı.İlla ki biz hep başında durduk. Yoksa çok komik şeyler olabilirdi. Onlar da ayrı hikaye. Yaklaşık 2 ay mutfaksızdık. Kağıt tabak kullanmak desarj ediyordu. İşten gelince yemek yediğin tabağı yıkamak yerine çöpe atıyordun. Neyse ki mutfagımız geç de olsa günün birinde takıldı. O gün çok komikti. Öyle izledik "mutfak odası"nı.
Şayet çok farklı bir yer değilse, dışarıda yemek yemek pek keyifli gelmiyor. Kendim yapmayı tercih ediyorum. Tabi eve çakılı kalmadık, dışarıda da vakit geçiriyoruz bu hayatın bir rutini elbette. Sonra eve dönüş yolu çok keyifli oluyor.
Dediğim gibi şu anda dışarıda olmak bana çok fazla haz vermemeye başladı. Yalnızca yeni yerler keşfetmek ve bu yüzden evden ayrı geçirilen sayılı günler keyifli oluyor. Marmaris/Selimiye sanki benim ileride yaşayacağım yer gibi. Bu yüzden oraya fırsat buldukça kaçmak ve mis gibi kekik kokan tepelerden aşağılara bağırmak güzel oluyor, bir de çarşaf gibi denizine yaz kış demeden cuppa girmek, sırt üstü yatıp sadece suyun, bana özel kulaklarımda duyabildiğim melodisi ile hayal kurmak çok zevkli.
Çok güzel ve eşşiz yerler var görmek istediğimiz. Keşfetmek üzere , bilmediğim yerlere gidiş yolu zevkli olsa da, evime dönüş yolu da hic ic burkmuyor acikcasi.
Evimle ilgili yazı yazmasam olmazdı. Yaptım.

26 Aralık 2011 Pazartesi

Gece yarisi

Bazen özlemek uyuyamamak gibidir yatakta. Eninde sonunda dayanamaz, birakirsin kendini bilinmezligin uzerini orttugu o koca yataga.

Dam üstünde hedonist, vur beline kazmayı

“İç bade, sev güzel var ise aklı şuurun.
Dünya var imiş, yok imiş ne umurun.”

25 Aralık 2011 Pazar

26.12.2011

Güneşin yüzünü pırıl pırıl gösterdiği güzel bir sabah. Erken uyanmamak elde değil.
Balkondaki saksılara ektigim fesleğen, maydonoz ve kiraz domateslerim filizlenmiş... çok sevindim. Onları afiyetle yiyeceğim günleri bekliyorum. Biraz vahşice oldu ama napayım...
Minik, patileriyle onlara dokunmaya yeltendi ama “miniiik!” diyen annesinin sesini duyunca patilerini tırıs tırıs onlardan çekti.
Şu anda salonda büyük bir mutluluk içerisinde bu yazıyı yazıyorum. Güneş tenimi ısıtıyor. Salondaki çiçeklerim de durumdan çok memnun.
Çayımı höpürdetirken, bu haftanın güzel hatta harika geçeceğini şimdiden biliyor olduğumu da yazmak isterim.
2011’in son Pazartesi günü, sana elveda diyorum şimdiden ve teşekkür ediyorum çok güzelsin.

Berna.

18 Aralık 2011 Pazar

Çıtır çıtır kızarmış kalkan da dünyanın en eşsiz tatlarından be…

14 Aralık 2011 Çarşamba

Please Daddy Don't Get Drunk this Christmas

Gelmiş geçmiş en gerizekalı christmas şarkısı bu sanırım... Adamın eline bir adet krismıs ağacından kozalak vermek istiyorum, beni yormasın kendisi yapsın.

andy sağol warhol

Rüzgar için bir şarkı

Büyüdüğün zaman seninle saatlerce müzik dinlemek istiyorum. Canım benim.

Dinsel özgürlük teorisini yayan Fransız anarşisti Emile Armand’ın evlilikle ilgili bir sözü;
“Bugün artık evlilikle, fuhuş arasında hiçbir fark kalmamıştır. Evlilik, uzun vadeli bir fuhuştur. Fuhuş ise kısa vadeli bir evlilik.”Kilisenin selamet ordusunun yıllar boyu usanmadan dini telkinde bulunuşunun verdiği sabır ve inatla bu mesajı vermeye çalışmış, tabii ki adamın ciddiyetine inanmayanlar tarafından ahlaksızlıkla suçlanmış.
Aslında Armand, bu sözüyle gerçek anlamda sevgi paylaşımının kutsallığını biraz ters bir söylemle dolaylı olarak anlatıyor.Yani önce insanların severek evlenmesini, sevişmelerinin kişilerin arasında doğan sevgi ile olmasının doğru olduğunu, bu birleşmenin çocuk yapma güdüsünün etkisiyle olmaması gerektiğini söylüyor. Hatta o devirde erkeklere sevdiğin kadınla sevişirken lütfen bir zahmet hamileliği önleyici metodlardan söz et diyor.
Adam bu yukarıda yazdığım teorisinin geçerli olduğu 60’lı yıllara kadar yaşayabiliyor. Derken dönemim önde gelen anarşistlerinden, Emma Goldman denilen hanım teyzenin doğum kontrolü kampanyasının getirdiği yankı, Armand’ınkini bastırıyor… O da ayrı bir konu.

12 Aralık 2011 Pazartesi

Elektiriği olmayan ama Shakespeare'si olan Narlıkapı Tiyatro'su, Aydın Boysan anlatıyor.

"Bıkma Yaşa" kitabını okumayan kalmasın... Kitapta tekrarlar çok ama o kadar da olsun diyoruz.
Aydın Boysan'ın rakı masasında paha biçilemez bir kaç saat geçirsem demeden edemiyorum. Bunu benden başka diyen sayısız kişi vardır, şüphe yok.

bir zamanlar samatya da... | izlesene.com

9 Aralık 2011 Cuma

Yeme de yanında yat dostum


Bu yemek birazdan mideye yelken açacak... Valla atmasyon ama aslında pek bilindik bir tarif gibi.
Derin dondurucuda niye sakladığımı hiç bilmediğim kebapçı pidelerinden dolayı bu yemek pişecek birazdan. Pideler bana ilham verdi, bunu belirtmem lazım.
Patlıcan ve patatesleri küp şeklinde doğrayıp kızarttım. Patatesler çıplak, patlıcanlar pijamalı idi…
Not: Acısı gitsin diye kızartmadan önce patlıcanları bir saat süre ile tuzlu suda boğdum.
Pideleri de iskenderin altındaki şamandıra modeli misali küçük parçalar halinde kestim ve fırın kabının altına dizdim kardeş kardeş.
Bir yandan yarım kilo kuzu kuşbaşıyı soğan domates ve sivri biberle bir güzel kavurdum.
Ayrı bir tencerede ise, salça-fesleğen-kekik üçlemesini tereyağında bir güzel eyledim. Sosa biraz da su kattım.
Sosun bir kısmını fırın kabının en altında yatan pide güzellerine döktüm. Pidelerin üzerine kızarttığım arkadaşları, onların da üzerine etli karışım koydum. 4. kata da sosun kalanını döktüm.
Birazdan parmesan rendeleyip 5. katı çıkacağım.
Sonra 200 derece santigrat fırına hop yallah. Sanırım 20 dakika sonra şölen başlar...
Şefimiz bu yemeğin yanında süzme yoğurttan yapılmış bol köpüklü ekşimtrak ayran öneriyor. Lütfen büyük bardakta ve buzlu içiniz.

Bon Appetit!

Cacık ( Nasıl kafayla yazıldı bilemem ama süper halet-i ruhiye şarkısı... Saygıyla sevgiyle selamlıyoruz seni Barış Manço)



Sözüm meclisten dışarı dostlar
Bu günlerde kendimi hıyar gibi hissediyorum
Hani dilim dilim dograsalar beni
Marmara ege karadeniz
Ve hatta akdeniz cacık olur diyorum

Dedim öylesine büyük ki dostlar
Hani beni kırka yarıp yine kırka bölseler
Kırk bostana gübre diye serpseler
Kırkbin ot biter de kırkbin derde deva olur diyorum

Ne oldu bana böyle durup dururken
Oğlan aldı başını gitti
Kız zaten lafımı dinlemezdi
Düğmem kopuk paçam sökük
Oramda buramda çengelli iğneler
Bir de çengelli iğne
Nazar bozar derler
Hanımın çorabı kaçık başında bigudiler
Karabaş bile karabaş bile
Yüzüme bakıp bakıp havlıyor

Sözüm meclisten dışarı dostlar
Bu günlerde kendimi hıyar gibi hissediyorum
Dilim dilim doğrasalar beni
Akdeniz ve hatta hint okyanusu
Ve hatta atlas okynusu
Ve hatta hatta büyük okyanus
Cacık olur diyorum böyle cacığa rakı mı dayanır

Çivi çiviyi söker derler
Soğuktan donanı buzla ovarlar
Ben zaten yanmışım dostlar
Peki beni fırına mı koysalar